30 Ekim 2012 Salı

Bayramınız Nasıl Geçti???




Arefe günü ve bayramın üçüncü günü hastanede 24 saat nöbetçiydim.
Malumunuz insanlar bayram öncesi yollara döküldü.
Trafik kazaları ülkenin her yerindeydi.
Bizde nasibimizi aldık malesef.
Arefe günü öğlene kadar sakin geçen gün saat 13:30 sularında 112'nin toplu kaza anonsuyla birden karardı.
Bir minibüs yoldan çıkmış, araçta sıkışanlar varmış, itfaiye yola çıkmış, durum çok kötüymüş falan filan...
Saat iki gibi kazazedeler acile giriş yapmaya başladı.
Önce durumu ağır olanlar geldi.
55li yaşlarda bir teyze geldi önce sonra 30lu yaşların başındaki genç bir erkek.
Sonra aynı anda 10 kişi daha girdi.
Ortalık fena karıştı. Genç erkek hastanın geldiğinde kalbi durmuştu çoktan.
O müdahale için ayrı bir odaya alındı, diğerleri muayenelerinin ardından röntgen ve tomografiye götürüldü.
İlk gelen hasta akcigerindeki hasar ve omurga kırıkları nedeniyle ilk tedavinin ardından sevk edildi, tam 8 saat sevk için yer arandı.
Tüm Türkiye'de kazalar meydana geldiği için bütün hastaneler doluydu ve yer bulmak çok zordu zaten.
Ondan sonra gelen genç erkek hasta için yapılacak hiç bir şey kalmamıştı
Tüm müdahalelerimize rağmen kurtarılamadı...
Geriye kalan aynı aileden on hasta ise çeşitli kemik kırıkları ve organ hasarı nedeniyle hastanenin çeşitli servislerine yatırıldı.
Ve ben toplamda 4 saat boyunca sadece bu 12 hastaya baktım, onları tedavi etmek, neyleri olduğunu bulmak, hastaneye yatışlarını yapmak ve gerekirse sevk etmek bu kadar uzun sürdü.
Tabii ki sadece ben değil bir doktor ve hemşire ve yardımcı sağlık personeli ordusuydu bunu yapan...
Bu arada şöforün ciddi bir yarası olmadığını söylememe gerek var mı bilemiyorum...

Günün geri kalanı da yine kazalar, kalbi duranlar, ve çeşitli hastalıkları olan insanlar sebebiyle dolu dolu geçti...
Böyle bir nöbetten enkaz halinde çıkan ben, bayramın ilk ve ikinci gününü enkaza dönmüşbir halde uyuyarak ve dinlenerek geçirdim. Böylece bayramın 3. günü nöbeti geldi..

Bu seferde et doğrarken kendini kesenler başta olmak üzere darp edilenler, içki içip olay çıkartanlar, fazla et ve hamur işi yiyip mide ağrısıyla gelenler....
Bir yandan yoğun bakıma pek çok hasta yatırdık, öte yandan yogun bakımda tedavi altındaki hastalardan ölenler oldu.
Bir otopsi yapmak zorunda kaldık...
O gün toplamda 600 hasta baktık...
Günün en kötü olayıysa 22 yaşında genç bir erkeğin elini kıyma makinasına kaptırmasıydı:((
Yakınları her ne kadar gerçeği inkar etmeye çalışsada çocuğun eli için yapılacak bir şey yoktu.
Kıymaya dönen parmakları eski haline getirip tamir etmek imkansızdı :(

O nöbetten de sabah yorgunluktan ölmüş bir halde çıktım. İki gündür uyur uyanık sersem bir haldeyim.
Benim bayramım her bayram gibi böyle geçti...
Eee siz neler yapmıştınız bayramda???

29 Ekim 2012 Pazartesi

Ayfer Tunç - Ömür Diyorlar Buna






Sevgili Dilara'nın şu yazısında başlattığı yazar aylarında ilk yazarımız Ayfer Tunç idi, ben de ekim ayı içinde bu kitabı okuyup yorumlayacaktım
Ancak evdeki tamirat işleri, sokakta bulduğum kedicik ve bayramda hastanedeki nöbetler yüzünden hiç fırsatım olmamıştı okumaya.
Kitaptan onbeş sayfa kadar okuyup bırakmışım.
Bugün boş günüm olması nedeniyle elime alıp bitirdim sonunda kitabı.

Toplamda 22 öyküden oluşan bir kitap bu Ömür Diyorlar Buna.
Öykülerin hepsi ya gerçekten yaşanmış, ya da gerçek yaşamdan derlenmiş.
Okurken kendinizi olayların içinde hissediyorsunuz.
Öylesine akıcı ve içtenlikle kaleme alınmış hepsi.
Ayfer Tunç zaten kalemi güçlü bir yazar.
Bu kitabını da mutlaka tavsiye ediyorum.

En beğendiğim öykü şu diyemiycem çünkü hepsi birbirinden güzel ve bende farklı etkiler bıraktı.
Ama hikayeler içinde şöyle bir sınıflandırma yapabilirim sanıyorum.


  • Beni en çok imrendiren : Biliyor musun ki İyi Yaşanmış Hayat Bir Hazinedir [ Yedi dil bilen ve bu sayede cumhuriyetin kuruluş yıllarında MİT'de çalışmaya başlayan şirin bir teyzenin hikayesi ]


  •       Beni en çok üzen : İki Kedi [ Bu aralar Minnoş'u bırakmak zorunda kaldığım için vicdan azabı çekiyorum zaten, bu öyküyü okumak hiç iyi olmadı benim için. Biri yumuşak huylu biri düzenbaz iki kedinin hikayesi...]

  • Beni en çok korkutan : İde Ağacı [ İğde kokuları sayesinde bir garip buhranın içine sürüklenme var burda, gerçek bir öykü mü değil mi anlayamadım ama okurken kendimi korku filmi izliyormuş gibi hissettim, o derece gerildim... ]

  • Beni en çok eskilere götüren : Şapkacı Arlet [ 1920lerde doğan ve Beyoğlu'nda Şapkacı Arlet adında bir şapka dükkanı işleten Ermeni asıllı Madam Argiro'nun hikayesi...]
  • Beni en çok etkileyen : Bir Kara Derin Kuyu [ Yeşilçam'da sadece üç kez filmde oynayan, ilkinde başrolde izlediğimiz Nil Göncü'nün hikayesi bu. Dördüncü filmi çekildiği sırada peritonit sebebiyle hastaneye yatırılmış filmi tamamlayamadan hayatını 22 yaşında iken kaybetmiş. Oynadığı ilk filmin adı da Kuyu. Bu öyküyü okuyunca açıp izledim filmi, izlemeyenler varsa bu öyküyü okuyup izlesinler lütfen. "Kadınlara iyi davranın" diye bir ayetle başlıyor film, türü adından da anlaşılacağı gibi dram. İzleyin mutlaka..
      Filmin linki şu :  http://alkislarlayasiyorum.com/icerik/83001/kuyu-metin-erksan-1968-83-dk



*Son iki görsel Google'dan alınmıştır.

21 Ekim 2012 Pazar

Kedicikle İlgili Son Durumlar



Bir önceki postumda yavru kedicikle yaşadığım sıkıntıları paylaşmıştım.
Destek olduğunuz için çok teşekkür ederim.
Saçma sapan her türlü soruma cevap verdiniz, kendi yaşadığınız zorlukları ve nasıl üstesinden geldiğinizi paylaşıp, yalnız bırakmadınız beni.
Kediciğe bakarken çok faydalı şeyler öğrendim sizden.
Toplamda sadece 7 gün bakabildim ama bu süre içinde ayağı tamamen iyileşti, artık aksamıyordu.
Kilo almıştı, canlanmıştı kediciğim.
Ancak önümde beni bekleyen sınav maratonu yüzünden onu veterinere teslim etmek zorunda kaldım.
Veterinerlmlz Zeytin Minnoş'a güzel bir yuva bulacak.
Aslında şu önümüzdeki 6 ay boyunca ona bakabilcek birini bulabilseydim, sonrasında kedimi geri alır, ben bakardım ama kimseyi bulamadım malesef.
Yorumlarda evin önünde besleyebileceğimden bahsedenler oldu, bunu ben de düşündüm ama yaklaşan soğuk ve yağmurlu günler nedeniyle bu fikirden vazgeçtim.
Hiç beklemiyordum ama kedimi veterinere teslim ederken çok ağladım :(
Zannettiğimden fazla bağlanmışım ona.
Hala sabahları uyandığımda kedimi vermediğimi zannederek, odanın içinde onu arıyorum.
Sonra.. Sonrası vicdan azabı...
Onunla ilgili çektiğim videoları izliyorum...
Çocuğum gibi olmuştu Zeytin Minnoş.
Ama onun için en uygunu buydu diye avutuyorum kendimi.
Evinde hayvan besleyenlere saygım şimdi daha da çok arttı.
Çok fedakarca bir şey bu yaptığınız ve ben bunu kesinlikle beceremedim.
Tek yapabildiğim onu sokaktan kurtarmak oldu malesef :(

Yazarken en zorlandığım postlardan biri oldu bu yazı.
Aslında çok da utandım.
Kocaman evde herkese, her şeye yer buldukta, bir kediye yer bulamadık :((
Keşke sınavım olmasaydı, belki o zaman her şey farklı olabilirdi...
O zaman kedime bakabilirdim.
Ama ben bunu hiç bir zaman bilemeyeceğim malesef...
:(((((

17 Ekim 2012 Çarşamba

Bir Akıl Verin Bana Ne Olur? Bu Kediyle Ne Yapıcam Ben?



Şu aralar gerçekten kendimi çok çaresiz hissediyorum.
Günlerdir bilgisayarı elime almadım hiç.
İnstagramdan takip edenler bilir.
Geçtiğimiz günlerde nöbetten çıktığmda hastanenin yakınında terkedilmiş, soğuktan titreyen bir kedi buldum.
Dayanamayıp alıp eve getirdim. Tabii ki annem feryadı koparttı. Annemin kedi fobisi var malesef, o yüzden günlerce odama dahi giremedi. Hala da girmiyor.


Oysa ki dünya tatlısı bir kedi o :)  
Ben hiç beklemediğim kadar çok bağlandım kedime. Adını Zeytin Minnoş koydum :)
Evet iki adı var kedimin :)
Şimdi buraya kadar her şey güzel de...
Kedicik odanın bir köşesini kendisine malum ihtiyaçlarını gidermek için seçti, biz de onun isteği üzerine kumunu oraya koyduk, gidip gelip çişini oraya yapıyor.
Amma velakin o her çişini yaptığında ben g*tünü silmekten fenalık geldi bana.
Hayır kesinlikle iğrendiğimden değil, mesleğim gereği çok hoş şeyler görmemeye alışığım zaten.
Ama kedi bu sonuçta günde 5-6 kez çişe gidiyor, her gittiğinde elimde bir ıslak mendil bu işi yapmak vakit ve emek isteyen bir şey ki o da bende yok malesef.
Sınavlara hazırlanma mecburiyeti yüzünden  çok sıkı ders çalışmam gerek, nöbete gittiğim günleri saymıyorum bile.
Siz evde kedi ya da köpek besleyen arkadaşlarım.
Bana bir akıl verin nolur.
Siz bu işin altından nasıl kalkıyorsunuz.
Ben daha önce hiç evde hayvan beslemedim.
Bu kediye de fazlasıyla bağlandım.
Başka odaya gitsem, ne yaptı acaba diye onu düşünür hale geldim.
Çünkü daha çok küçük.
40 günlük sadece :(
Sokakta muhtemelen çocuklarda  darbe almış, bir ayağı aksıyordu, veteriner kırık değil bakarsan eğer bir süre sonra iyileşir dedi.
Gerçekten şu anda daha iyi durumda, artık dikkati bakmadığın sürece ayağının aksadığı belli bile olmuyor.
Yaklaşık on gün sonra aşı yaptırmaya götürcem.
Şimdilik çok küçük , ve yetersiz beslenmeye bağlı olarak çelimsiz kalmış, o yüzden veteriner aşı yapmadı.
Sokağa bırakamama çünkü kendi başına yaşayamaz ölür :(
Verebilecek bir yer bulamadım, burada hayvan barınağı yok sanıyorum.
Hayır zaten vermek de istemiyorum ama bu çişini apma sonra da temizlenme olayını sizler nasıl çözdünüz, ben mi çok obsesif bir insanım bilemedim gerçekten.
Büyük bir kutu alıp onun içinde mi baksam, en azından şu sınav dönemi bitinceye kadar ?
Ne yapsam bilemedim.
Bir de bu kedi 40 günlük ama deli gibi yetişkin kedi maması yemek istiyor.
Normalde sütle basliyorum ama.
Veteriner günlük yarım çay bardağı ile sınırlandırdı ama daha fazlasını yemek istiyor, acaba fazla versem zararlı mı olur, yoksa iyi mi etmiş olurum?
Bana bir akıl verin, tecrübeleriniz paylaşın, gerçekten şu anda verilebilecek her tavsiyeye ihtiyacım var.
Kedimi bu yoğun tempoda nasıl bakarım sizce?
Siz de her tuvaletini yaptıktan sonra kediyi temizlemeye kalkıyormusunuz benim gibi.
Yorumlarınızı bekliyorum.

Edit : Bu arada kedicik kendi kendini henüz yalayamıyor , o yüzden mecburen her tuvaletini yaptıktan sonra silinmesi şart. Yoksa onu o halde bırakırsam evi b*k götürür :)
Bir de sütü suyla yarı yarıya karıştırıp veriyorum, ilk başta sütü sulandırmadan vermiştim, çünkü bilmiyordum ve kedicik ishal oldu, daha yeni yeni toparlıyor kendini :(

11 Ekim 2012 Perşembe

Hello October..


Yılın en sevdiğim ayı geldi nihayet.
Her insan doğduğu mevsimi severmiş derler.
Elbette istisnalar vardır ancak genel olarak doğru sanırım.
Dün benim doğum günümdü.
Birbirimizi tanımadığımız halde, hepiniz iyi dileklerinizle beni doğum günümde yalnız bırakmadınız.
Gerek instagram yoluyla, gerekse mail, twitter ve diğer sosyal medya aracılığıyla ve tabii ki blog aracılığıyla doğum günümü kutlayan, iyi dileklerde bulunan herkese teşekkür ederim.
Umarım daha uzun zaman blog yazar ve sizinle birlikte olurum.
Bir şekilde sizinle tanışmış olmaktan dolayı gerçekten çok mutluyum ve bunun kıymetini dün daha iyi anladım.
Öyle güzel mailler, geri dönüşler aldım ki, çok çok çok mutlu oldum :)
Tekrar teşekkür ederim hepinize :)

Ekim ayı benim için yağmur demek :)
En sevdiğim şeylerden biri yağmuru izlemek, yağmurda dolaşmak...
Bugün de böyle güzel bir hava var burda.
Yağmurlu yani...
Elimde çayım yağmuru izledim uzun bir süre.
Sonra en sevdiğim ve doğduğum ay olan ekime hoşgeldin demek istedim...



















9 Ekim 2012 Salı

Yeni Bir Mim Başlatıyorummmm






Son yaptığım postta bu fotoğraftan bir mim olabileceğini konuştuk.
Ben de yeni bir mim başlatıyorum.
Herkes post hazırlarken masasının üzerinde neler varmış, fotoğrafını çekip göstersin bakalım :)
İstediği beş kişiye de paslasın bu mimi.
Tabii ki bir de mimlendiklerini sayfalarına gidip haber edelim.
Görelim bakalım masanızın halini :)


*İlk görsel şuradan alınmıştır.

5 Ekim 2012 Cuma

Travalo - Herkese tavsiye ediyorum!!!!!




Benim gibi yeni öğrenen var mı bilmiyorum.
Belki de ben en son duyanım.
Bunlar Travalo yani parfüm atomizeri.
Ben sevgili  Serrose'nin blogunda görmüş ve merak etmiştim.
Hemen internetten araştırdım ve en uygun fiyata sipariş ettim.

Merak edenler için nedir bu travalo onu açıklayayım.
Malumunuz üzere kocaman parfüm şişelerini çantamızda taşımak çok zor oluyor.
Hele yaz günlerinde taşıdığımız ufacık çantalara mümkünatı yok o şişeler sığmıyor.
Hadi taşıdık diyelim, bu seferde parfüm şişesinin kapağı açılıp büyün çanyaya dökülüyor, içindekiler mahvoluyor.
Bu ve bunun gibi sebepleri hepimiz yaşadık, yaşıyoruz.
Be sebeplerle ben çantamda parfüm şişesi taşımazdım, sabah çıkarken sıkardım, bitti.
Travalo burda işe yarıyor işte.
Parfümümüzü küçük miktarda bu şişeye alıyoruz.
Altında bir doldurma aparatı var.
Küçük ve kapaklı olması sebebiyle gün boyu yanımızda taşıyabiliyoruz.
Makyaj çantanıza bile sığacak boyutta.
Ben Buycosmo sitesinden sipariş ettim, hemen ertesi gün elinize geliyor, yanında da sitenin gönderdiği hediyesiyle.
Siteden iki kez alışveriş yaptım, birinde travalolarımın yanında el kremi göndermişlerdi, birinde de çok şirin küçük bir makyaj çantası vardı.
En uygun fiyatta yine bu sitede. Sevil parfümeride falan daha pahalıydı hatırladığım kadarıyla. 
Ben iki tane aldım.
İki ayrı parfümümünüzü taşıyabilirsiniz.
Kısa süreli seyahatlerde yanınıza parfüm şişesi almanıza gerek kalmaz böylece.
Gerçekten çok kullanışlı bir ürün.
Uçaklarda sorun oluşturmuyor, çantanın içinde taşıyabiliyorsunuz, parfümünüzü valizinize koymaya gerek yok böylece.
Gündüz başka, gece başka parfüm kullanıyorsanız iki tane alıp ikisini de yanınızda taşıyabilirsiniz.
Herkese tavsiye ederim.
Ben travalo ile ilgili video çekmedim ama Serrose'nin blogunda ayrıntılı bir video var.
İlginizi çektiyse izlemek için Serrose'nin bloguna bir tık
Bu arada bugün Gurunzi sitesinde de satışa çıkmış sanırım, ordan da bakabilirsiniz.

4 Ekim 2012 Perşembe

Bu Fincanlara Bayıldım!!!!!!!




Günaydın herkese :)
Kimler bu güzel kupalar/muglar eşliğinde sabah kahvesini, çayını yudumlamak ister ? :)








*Görseller internetten alınmıştır.

2 Ekim 2012 Salı

DIY - Kutu Kaplama





Bu masking tape leri aldığımdan beri elime ne geçse Fırat modundayım :))
Elime geçen her şeyi bunlarla süslemeye, değiştirmeye kalkıyorum.
Önce zarfları süslemiştim bunlarla. 
Şu yazımda bulabilirsiniz o zarflarımı.
Instagramda daha çok paylaşıyorum süslediğim zarfları.
İnstagram kullanıcı adım:  drwilldone

Bu seferde eşantiyon olarak verilen dil basacağı kutularını değiştirdim.
Bu arada dil basacağı ne diyenler için, hani boğazınız ağrıdında hastaneye gidersiniz ve biz siz 'Ağzınızı açın ve aaa deyin.' deriz. Sonra da dilinize tahta bir çubukla basıp boğazınızı görmeye çalışırız.
İşte o tahta çubuğun adı dil basacağı yani abeslang.
Neyse işte bu gereksiz bilgiden sonra gelelim mevzuya.
Bu dil basacakları bize bazen bu kutularda geliyor ve tabii ki hepsi hastalar için kullanılıyor :)
Biten kutulardan bazılarını eve getirip kalem kolleksiyonumu saklıyordum bu kutularla.
Geçenlerde yine bir sebeple içimdeki tasarım dürtüsü uyandı ve bu kutuları masking tape ile kapladım.

Kutumuz bu.
Kaplamadan önceki hali.

Kutunun kapağını böyle kapladım, çok güzel oldu böyle.
Arada masamdan alıp alıp ne kadar güzel yapmışım diye bakıyorum :))

 Bunlarda kullandığım masking tapelerim ve kutumun son hali


 Beğendiniz mi :))


LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...